28 Kasım 2020 Cumartesi

korona virüsün mantıksız hikayesi: tam bir dublaj

         diğer günlerden bir farkı olmayan bir sabaha uyanmıştı korona virüs. bugün ne kadar gündemde olduğunu merak ederek işinin başına koyuldu. çünkü ne kadar popüler olsa da asla gündemden düşmek istemeyen bir medya hırsı içerisindeydi. programını kontrol ettikten sonra kendi süvarileri kadar virüsün varlığını kabul etmeyerek onlara yardımcı olan sevgili insancıklara sevgilerini gönderdikten sonra o günkü hedefi olan ilkokulun yolunu tutmaya karar verdi. bunu gerçekleştirmek söylendiği kadar kolay olmuyordu hiçbir zaman. bir yerden bir yere gidebilmek için birilerinin hareketine ihtiyaç duymak korona virüsü biraz üzse de sevgili insancıkları her yere dokunarak bu zorlu süreci daha da kolaylaştırıyorlardı. her aktarmada süvarilerinden bir kısmını bırakmak zorunda kalan virüs ne kadar aktarma yapacağını bilmediğinden orta boyutlu bir ordu ile yola koyulur. toplu taşıma, marketler, yiyecekler, işe yaramayan maskeler, hapşurup tıksırmalar derken nihayet bir okula ulaşabilmişti. dönüp baktığında ordusunun önemli miktarda azaldığını gördü. ama bu üzülecek bir şey değildi. çünkü hem daha fazla insanla hemhal olduklarını gösteriyordu hem de üreme mekanizmalarının kısa sürede aradaki açığı kapatacağından emindi. okul yeni insanlarla tanışmak için iyi bir yer gibiydi. kendisinden korkup kaçan yetişkinlerin kindarlığı henüz çocuklarda bulunmuyordu. çocuklar iktidarların yetişkinlere dayattığı fikirlerden kendilerini bir şekilde korumayı başarmışlardı. ne vardı koronada kötü olacak? sırf çok fazla insanla tanışmak istiyor ve popüler olmak istiyor diye birilerinin bu kadar nefret unsuruna dönüştürülmesi ancak modern dönemde olacak şeydi zaten. neyse sisteme söylenmenin bu amacına hiçbir faydası olmayacağını düşünerek korona virüs işe koyuldu. çocukların oyun isteklerini çok sevdiği için tenefüste onlarla bolca vakit geçirdi. sonra sınıfta nasıl ders işlediklerini merak ettiği için sınıflarda, tuvaletlerde, koridorlarda gezdi dolaştı. varlığını saklamasında yine bilinçli insanlar(!) ona yardımcı oluyordu. o gün tanıştığı pek çok çocuktan ziyade içlerinden bir tanesinin önemli olduğundan habersiz olarak küçük dokuz yaşındaki Josef'in evini ziyaret etmeye karar verdi. bu çocuğun neden önemli olduğunu önündeki iki haftada gayet güzel anlayacaktı. küçük josef'in ev ortamı çok güzeldi. kendilerini ziyarete gelen iki teyzesi ve anneannesi ile birlikte kocaman sıcak bir akşam ortamları vardı. herkes birbirini öpüyor, seviyor ve birbirine sarılıyordu. yıllardır içinde boşluğunu hissettiği sevgi ihtiyacını Josef'in ailesi ile gidermeye karar veren korona virüs sırasıyla teyzelerine, annesine, babasına, kardeşlerine ve anneannesine sevgiyle sarıldı. ama teyzelerinden küçük olan dışardan göründüğü kadar sevgi dolu değilmiş. hemen varlığından rahatsız olarak ondan kurtulmaya çalıştı. bu muamele korona virüsün canını çok sıkmıştı. burda da aradığı sevgiyi bulmamıştı. ama zavallı virüs sevgiden çok korkunç bir nefreti uyandırdığının farkında bile değildi. varlığının anlaşılması ile hemen müdahaleler başlamıştı. onu hayalini kurduğu sevgi dolu aile ortamından koparmak için devlet bir takım saldırı mekanizmaları oluşturmuştu. ama korona bunlara alışkındı. ondan kurtulmak için kullanılan tüm ilaçları neredeyse biliyordu ve bunlara bağışıklık geliştirmişti bile. ancak Josef'in evini ve bu serüveni korona için farklı kılan unsurdan henüz haberi yoktu: Josef'in babası Hossein Bey'in fermentasyon krallığı. ülkedeki tüm fermente ihtiyacını neredeyse giderek kadar sağlıklı içecek mayalayan Hossein efendi korona virüse yaşamadığı bir tecrübe yaşatmak üzereydi. ilk olarak sirke silahını kullanan hossein efendi korona virüse neredeyse gelip gelecekti ki korona çareyi anneanneye sığınmakta bulmuştu. kalp ve akciğer rahatsızlığı olan bu yaşlı kadına sığınmasının Josef ve ailesini ne kadar korkutacağından habersiz olan korona virüs bu korkunun gereği olarak ikinci ağır silahla karşılaştı: shalgam suyu. bu şimdiye kadar görmediği bir saldırı mekanizmasıydı bu. güçlü olmaya çalışsa da sirke ve c vitaminin desteği ile iyice zor durumda kalmıştı. anneanne de saldırılarından kurtulmak üzereydi. o sırada evin besin akışını sağlayan ve son kale denilebilecek olan evin annesi İsranour Hanıma sığınmaya karar verdi. aman yarabbi. bu hayatında verdiği en kötü karar olabilir miydi? bir yandan sirke ve shalgam suyu gibi envai çeşit fermente edilmiş içecek ile savaştığı yetmezmiş gibi bir de İsranour hanımın antikorları ile savaşmak zorunda kalmıştı. bu savaştan galip çıkmayacağını bildiği için ona en yakın olan kişi büyük teyzeye saldırdı. bu artık bir saldırıya dönüşmüştü çünkü artık korona hayatta kalma mücadelesi veriyordu. sevgi ve muhabbetle karşılanmayı umduğu halde bu kadar büyük bir nefretle karşılanmak onu büyük bir savunma yapmaya itmişti. büyük teyze bu saldırı için iyi bir meydan gibiydi.ilk birkaç gün umduğu etkiyi gösterse de teyzenin yeme azmi, dirayeti ve Hossein Bey'in fermentasyonları sonucunda burda da barınamamıştı. son bir umut The Blue lakabı ile bilinen ailenin en küçük oğlu Abraham'a saldırmaya karar vermişti. Abraham abisi Fourqan'dan daha iyi tercihti kesinlikle. çünkü onun azmi ve hareketliliğinin kendisi için büyük bir dezavantaj olduğunu henüz onunla iletişime geçmeden fark etmişti. The Blue içlerinde ne başarılı olduğu insan olmuştu. onun küçük ve narin bedeni gayet iyi bir konak olmuştu. ancak içinde bulunan sevginin sıcaklığı ve hastalık tanımazlığı yüzünden burda da kalamayacağını anlamıştı. Abraham ve  büyük teyzede de başarısız olunca korona virüsün gitmekten başka şansı kalmamıştı. tek tesellisi arkasında bıraktığı izin o insanlara inanılmaz bir tecrübe yaşatmış olmasıydı. onlar her ne kadar koronadan kurtulmak istemiş olsalar bile ömürleri boyunca unutamayacakları bir deneyim yaşattığından emin olarak artık burayı terk etmeye karar verdi. yaşadıklarını düşünürken en zorun hengisi olduğuna bir tülü karar veremiyordu. küçük teyze içinde bir üzüntü duygusunu ateşlemişti. vücudunun  tahrip edilmesine üzüldüğü için ondan ayrılmayı hiç istememişti. ama acımasız Hossein Bey'in sirkesinin içini kavurması sonucu yeni bir soluk aramak sorunda kalmıştı. stratejik bir hata yaparak anneanneye saldırması dikkatleri üzerine iyice çekmiş ve Hiroşimadan bile büyük bir yıkıma sebep olan insanlık suçu sayılabilecek şalgam ile iliklerine kadar yandıktan sonra bu evde de kalamayacağını anlamıştı. annenin antikorları ona hiç fırsat vermezken büyük teyzenin narinliği bir soluk almasına fırsat vermişti. Ama shalgam suyuna hiçbir güç dayanmıyordu. bu iki haftalık süreçte insanların ne kadar tehlikeli olabileceğini anlayan korona virüs bir daha aynı hataya düşmemek için değişmeye karar verdi. bu kararın tüm insanlık tarihini değiştireceğini henüz bilmiyordu. bu iki haftalık korkunç tecrübe sonucunda elde ettiği kazanımlarla korona virüs uzunca bir süre daha insanlar arasında kalmaya devam etti. eski yöntemlerle sosyalleşmek yerine yeni yöntemler deneyen korona diğer insanlara da eşsiz deneyimler yaşatmaya devam etti....

21 Eylül 2020 Pazartesi

there and back again

sevgili günlük kardeş,
bu başlığı uzun zaman önce atmışım. yaklaşık bir sene önce. yani şuanda iki zamanın zeynebi ile konuşuyorsun. ne düşünerek böyle yazdım başlığa hatırlamıyorum. ama şuanda gerçekten döndüm. nerde miydim? zorlu yollardan geçilerek gidilen bir dağın zirvesindeydim. orda kalmayı hedeflemiştim aslında. yolun zorluğu hedefi daha katlanılır ve tatlı kılıyordu. bahsettiğim teşvik çaba veya hırs değildi. tamamen zevk içindi bu yolculuk. en büyük motivasyon olan zevk. görünürleri görünmez kılan, görünmeyenleri görünür kılan bir cadıdır adeta zevk. büyüsüne kapıldıktan sonra kurtulmak zordur. zevke odaklanmış bir yol bitmeye mahkumdur. an gelip de ayaklarınıza baktığınız anda zevk yerine acının daha baskın olduğunu görürsünüz. sınandığınız ilk andır o. hangisini yaşayacağınıza karar vermeniz gerekir. acıyı hissedenlerin yolculuğu o anda bitmiş demektir. zevki seçenler ise acı duymaksızın ilerlemeye devam ederler. ama neyi seçtiğinden emin olamayanların vay haline. zevki seçtiği halde teslim olmayanlar ikisini aynı anda yaşamaya başlarlar. bu adeta iki dünyanın tek vücutta toplanamsıdır. bu kaostur. bu histeridir. bu mutsuzluktur. bu mantıksızlıktır. bu ölümdür. karar verirken net olamadığın anda kendi ölümüne adım adım ilerlersin. tanrı hepimizi korusun bu en büyük günahlardandır. adım adım kişi kendini öldürür farkında olmadan. belki de hayatın hakikati burda saklıdır. her şey ikiliklerin birliği değil midir? önemli olan bir insanın bu ikiliği bünyesinde ne kadar taşıyabileceği sorusudur. şüphesiz çok değil. hiçbir insan acıyı uzun süre görmezden gelemez. sözlerime kulak verin. çünkü ben o insanlardan biriyim. tutkuyla ve kesinlikle kendimden emin başladığım bu yolculuktan çok zevk almıştım bir zamanlar. ya da sadece zevk diyelim. ara ara duyulan sızı yaşadığınız tutkunun yanında çok da mühim değildir. ta ki dengeler alt üst olana kadar. ben devam etmeye karar verdim. tutkularımın peşinden gitmeye karar verdim. ama bu acımı dindirmeye yetmedi. ve ben ikinci kez sınanıyorum. iknci kez durup karar vermem lazım. bu sefer bana sorulan soru farklı. yoluma nasıl devam etmeliyim? bununla yüzleşmek zorundayım. sonunda ne çıkar inan ben de bilmiyorum henüz. bazı kapıları kapatmak beni cevaba ulaştırır mı zamanla göreceğiz. inan ben de bilmiyorum.

9 Aralık 2018 Pazar

vasude'den özenilen wish list

oturma odamda oturmuş kocişimin açtığı müzik eşliğinde dil felsefesi notlarımı düzenlerken sevgili arkadaşım vasud'dan gelen mesaja özenerek ben de yapmak istediklerimin ve almak istediklerimin listesini yazayım dedim. saat 23.23 ve biri beni düşünmek üzereyken ben de o kişiye katılıp kendimi düşünüyor ve yazıyorum;
*kapı pencereyi açıp, rüzgar üstümden akarken dinlemelik piyanolu müzik kutusu.( belki içindeki balerin olmayı hayal ederim, daha işlevsel olur :)
* salonun bir duvarını tamamen puzzle ile doldurmak için beş milyon tane puzzle.
* ikindi de çiçekli balkonumda kocişimle veya eş dost ile otururken dinlemeçlik gramafon.(tabi pazar kahvaltılarını da unutmamak lazım)
* üçyüzyıldır boş duran akvaryuma balık
* annemle geceleri gökyüzünü izlemek ve belki denk gelirse yıldız kaymasını yakamak için teleskop
* kocişimle yaşadığım her anı kaydetmek için fotoğraf makinesi
* ve tabi ki bu fotoğrafları asmak için çerçeve
* akşamlar koçiş ile nostaljik radyo eşliğinde oynamak için oyunlar
* yatak odasına kaktüs radyasyonu emsin diye
* ve tabi ki yılların hiç değişmeyen hayali; çimenlerin üstünde çıplak ayakla çalabilmek için ÇELLO
* rekabet duygusunu kamçılamak için playstation (ama tabi bunun için televizyon almak gerek ilk olarak)
* yurt dışına çıkmak
* kocişle dans kursuna gitmek
* yan fülüt, keman, bateri çalmak
* işaret dili öğrenmek ve herkesin içinde kocişle bu yolla dedikodu yapmak
* masamın üstündeki boş saksıya sümbül
*  kocişimin bana gelecekte almasını umduğum çiçekleri koymak için vazo
* balkona veya hayali kurulan bahçeli evimizin bahçesine her türden sebze meyve ve çiçek ekerek hayatımızı yeşertmek
* bebelerle kudurmalık hayal gücünü destekleyici, özgürlükçü duvar boyama aktivitesi
*

23 Kasım 2018 Cuma

sevgili günlük kardeş,
sana yazmayalı yıllar oldu. ama artık daha sık yazacağım. aradan geçen zamanda olanları anlatayım. evlendim. kör kütük evlendim. ben zaten başka kimseyi sevmemiştim bu hayatta. neyse. çok kısa süre içnde büyümek zorunda kaldım. kocaman bir kadın oluverdim. kaynanama sırdaş, görümceme abla, kayınpederime dost, kaynıma yenge ve eltime elti oluverdim. her şey çok büykken ben de farkında olmadan içini dolduruverdim. yüksek lisansa başladım. okumaya devam ediyorum. eskisi kadar güçülü değil artık var oluş sancılarım. hayat kaygısı biraz bastırdı. yunanda felsefenin gelişmesi de işte bu yüzdenmiş, gündelik kaygı olmayınca insan düşünüyormuş. neyse bu başka bir başlığın konusu olmalı. derslere gidiyorum geliyorum. geldiğimde ev işleriyle münumum düzeyde ilgileniyorum, zira eşim olan bey zade pek becerikli. hayatımı olağan üstü şekilde kolaylaştıracak kadar becerikli hem de.
o kadar çok şey yaşandı ki..hepsinin üstü hızla tozla kaplanmış. dilden dökülmüyor hiçbiri. farklı gayeler besler olduk. gayelerimizden sapar olduk. yolumuzu kaybeder olduk ve hepsinin üstünden öyle çok zaman geçti ki... şimdi dönüp geçmişe takılmanın anlamı yok. bugün burada yaşamalı. bugün oturum emre hocanın ödevini yapmalı. bugün oturup almanca çalışmalı. bugün oturup swanson çevirmeli. artık ben yapılacak işleri düşünerek yaşayan bir insan oldum. plan yapmadan duramaz oldum. sınırların içinde yaşar oldum.
şeylerin özüne gitmek gerek der husserl. peki ben kendime döndüğümde nereye gitmeliyim. özümde ne vardı? onunla hemhal olmanın üzerinden öyle çok zamna geçti ki...
"gözlerim dolu dolu oluyor önce." diye başlamışım satırlarıma yıllar önce.  neydi aceba dolduran bir gece vakti gözlerimi? zaman hızla aktı zeze. zaman pek hızlı aktı. bir yerinden yakalamak isterken elimizde bu tamamlanmamış satırlar kaldı. şimdi evli barklı bir kadın olarak bakıyorum hayata. geçmişte mesele edindiğim, beni üzen ağlatan, mutlu edip güldüren şeylere bakıyorum. bakıyorum ama sanki görmüyorum. farkında olmadan akışın kendisi haline geliyoruz. yıkıntılar, heyecanlar, kırıklıklar, gülüşler torbamızda bakar oluyoruz hayata. canım zeze'm. hayat olması gerektiği kadar acılı değil artık. nacinin konforuna alıştık bir kere. eskisi gibi olur mu artık hayaller bilmem. "acıyı çağırma muzaffer. senin acın sana yeter." acısız da olmuyor ki...

2 Haziran 2018 Cumartesi

      ben deniz.zeynep deniz.namı diğer zeze.bana zeze demeleri zeze'den etkilenip 10 yaşında insanlığa karşı ilk isyanımı saçlarımı keserek gerçekleştirmemdendir.konuya böyle pata küte girmek istemiyorum aslında.ama içimdeki anlatma bilinme isteği o kadar enerjik ki parmaklarım yetişemiyor hızına.içimde tanrıya benzeme isteği o kadar açık ve yoğun ki dilim tutuluyor bir şey diyemiyorum.
    bu benim uzun hayatımın öyküsü.çok uzun yıllar yaşadım pek çok şeye şahit oldum.gözlerimin altındaki torbalar bunun kanıtıdır.ben daha pek gençken beyazladı saçlarım.ketumluğumdan olsa gerek.herkes farklı bir farkındalık ile doğuyor annesinden.doğdumuzda aslında o kadar temiz ve saf değiliz o yüzden.herkes farklı bir oyun gibi algılar hayatı da daha sonradan ya unuturuz algılarımızı ya da saçlarımıza aklar düşer.
   adımı annem hasan ve hüseyin'in alası zeyneb'den esinlenerek koymuş.onun gibi cesur olayım diye.haksızlığa karşı kardeşim için haykırayım diye.ben olayı biraz abartarak içselleştirip heralde gördüğüm tüm insanlık problemlerine haykırmışım.öyle dedi büyüklerimiz.
   ben bugün ölümün kıyısında kanserli bir insanım.yarın öldüğümde annem arkamdan çok ağlayacak.şanslıysam eğer bir kaç gün...

1 Mart 2016 Salı

yakubun aynalarda ağladığı kadar var

ne yazacaktım unuttum. unuttum ya unuttuğum günlerden biriydi.hayır yakub seni taklit etmek istemedim.seni taklit edemezdim.bensin artık sen yakub.benim bir parçamsın. tele değen her yay bizdendir yakub.her acı bizden.sevgi bizden.nefret bizden.varlık bizden.yokluk bizden. ayırmaya kalkışma yakub. bunun arkasında bizim yokluğumuz var...